1 Nisan 2016 Cuma

Yad

Hatırlamak... Eğer unutmak istediğiniz, tekrar tekrar yaşamaktan kaçtığınız bir şeyler varsa, insanoğluna bahşedilmiş en acımasız yetenek olarak tanımlanabilir. Ama, ne yalan söyleyeyim, bazılarımız bu konuda çok şanslı. Geçmişe dönüp baktığında ne hatırlıyorsun, diye sorulduğu zaman, güzel bahçelerden efendime söyleyim mutlu aile yuvalarından bahsetmekten hiç çekinmiyorlar. Bana sorulduğunda ise kaçmak isteyip kurtulamadığım, aşmak isteyip de tırmanamadığım bir sürü acının vücuda geldiği sıradağlardan bahsedebiliyorum ancak. Tam bir sıkışmışlık.

Şu saçma sapan kişisel gelişim kitaplarından çıkarılan ortak kanı "gücün bizde olduğu" yönünde. Ben böyle bir yalan görmedim. Tamamen bir baştan savma. Hiçbir dayanağı ya da iyileştirici etkisi yok. Ya da varsa bile bu benim gibi "uzun süre kendisiyle en ufak bir ilgisi olmayan bir sürü çatışmanın içinde kendi kendini büyüten insanlar" için geçerli değil. Evet, belli bir zamana kadar iç sesiniz hep "tamam sorun değil, bu da geçer, önemli değil" telkinlerinin kucağında uyutuyor sizi. Ama ya sonra? Hayatın bizden beklentisinin en yukarıda olduğu zaman, "benden bu kadar, daha fazla oynayamayacağım" deyip çekiliyoruz. Sonra da sırasıyla gelen bir sürü başarısızlıkla bu ricatımızı taçlandırıyoruz. En sonunda öyle bir başarısızlık geliyor ki bütün geleceğimizi yutan koca bir kara deliğe dönüşüyor.

"Keşke böyle olmasaydı" cümlesi her zaman hayatımın ana fikri oldu. Benim kursağım bayağı bir darmış sanırım güzel şeyler orada kalıyor çünkü. Biraz ileri gitseler kusmaya başlıyorum. İşte hatırlama eyleminin acımasızlığı benim için burada başlıyor çünkü hatırladığım şey sadece kustuğum zamanlar. Hayatında benden daha mutlu olan insanların, anılarını hatırlarken geçmiş günlere özlem duyduklarından, gözleri dolar. Benim için bu durum tamamıyla farklı. Benim gözlerimi sulandıran şey "neden böyle olmuş hep ya" düşüncesi oluyor. Ha bir de özlem duyma duygumun neredeyse ölmüş olması. Canı yanmış insanın bir şeyleri özlemek istememesi kadar doğal bir şey de yok aslına bakarsanız. Hele bir de içinizde hiçbir şeye karşı heves kalmamışsa... Bazen bir hevesle kişilere ya da şeylere hayalinizde toz konduramıyorsunuz, ama gerçek dünyaya gözünüzü açtığınızda pisliğe bulanmış şeyler gördüğünüzde, her seferinde içinizde bir şeyler ölüyor. Bu ölümleri hatırlamak işte hayata yüz çevirmenizi sağlıyor bu yüzden de her şeye hazırlıksız yakalanıyorsunuz çünkü önünüzü görememeye başlıyorsunuz.

Yüz çevirmek... Her zaman sevmişimdir bu ifadeyi. Küskünlüğün en güzel anlatımı. Peki bunu bir çözüm olarak düşünebilir miyiz? Bundan da emin değilim. Ama en kötüsü çözüm olmadığını bildiğiniz bir şeye alternatif bir şeyler üretecek gücü kendinizde bulamamanız. Bu nokta "tükendim" dediğiniz an ve toplamak çok zor. Çevirdiğiniz yüzü kendine doğru döndürecek bir el arıyorsunuz, bulamazsanız kötü. Bulduğunuzu sandığınızın da aslında size bir tokat daha atmak için yüzünüzü çevirdiğinizi görünce asıl yıkım da o oluyor mesela.

Tek bildiğim bir şey var. Dönüp baktığında kendinizi güvende ve mutlu hissettiğiniz 10 saniyeniz bile yoksa, geçen zaman rüzgarda uçup giden kum tanelerinden farksız oluyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder