12 Nisan 2016 Salı

İnikas


"Bana gelince, merhamet ve adalet gibi kelimelere bir anlam bulamıyorum. Önce kimin merhameti ve kimin adaleti hak ettiği üzerinde anlaşmalıyız."
                                                                                    İbn Fattume'nin Seyahati'nden

Adalet... Nefes aldığı her an türlü haksızlara maruz bırakılmış insanlar için en büyük tesellilerden biri... Zaman zaman hakkında vehme düşsek de varlığının görünmez bir el tarafından idame ettirildiği dayanağımız... Aslına bakarsanız dünyada sahip olduğumuz en garip şey bence. Biri size bir kötülük yapıp canınızı yakıyor fakat siz buna sığınarak bekliyorsunuz. Bir yanınız, "nasıl yani yanına mı kalacak olamaz ya" diyor, diğer yanınız "bekle" diyor "sabret ve gör". Bu yol ayrımındaki seçiminiz bazen hayatınızı belirleyecek dönemeçe çıkartıyor sizi. İkincisini seçerseniz, nefsinize set çekip öylece bekliyorsunuz. Bu bekleyişler bazen yıllar sürüyor, hatta öyle ki ne için beklediğinizi bile unutturuyor zaman size. Ama insanın bencilliği, bekleyişi sona erdiğinde ortaya çıkıyor çünkü eğer haklıysa "intikamım alındı" hissi iliklerine kadar işliyor. Fakat bu bekleyişlerden bir sonuç alamazsa da bu sefer dünyanın en acımasız insanına dönüşebiliyor. Merhametini yutup vicdanının sesini keserek içine öfkenin tohumlarını ekmeye başlıyor ve bu bekleyiş sırasında tohumlar kök salıyor, hepsi ayrı ayrı birer çınara dönüşüyorlar.

Merhamet... Harcanması konusunda gayet cimri olunması lazım gelen, sınırlarını çizmeyi öğrenmemiz gereken bir duygu.. Yapılacak "gereksiz cömertlikler" yüzünden haklı haksız herkes sizin merhametinizden tadıyor. Bu haksız kazanç, size adalet duygusunu unutturuyor çünkü kendinize karşı adil olmaktan vazgeçiyorsunuz. "Acaba sorun bende miydi", "şöyle olmasaydı böyle mi olurdu" gibi sorular beyninizi kemiyor.  Gönül sarayınızı viraneye döndürüp aklınızı kaybetmekten korkuyorsunuz. İhtimaller denizinde boğulup gidiyorsunuz. Bir noktadan sonra da yorulunca, herkese eşit davranmayı adalet sanıp dünyanın en büyük üşengeçliklerinden biriyle takvimden günleri düşüyorsunuz. Fakat asıl hüner "herkese hakettiği gibi davranmak"ta. Buna ödüllendirmek ve cezalandırmak da dahil. Bütün bunların muhakemesi de tamamen vicdanınıza kalıyor. Bir insanın kendiyle yüzleştiği en gizli noktası vicdanı. Tıpkı yaptıklarınızı uzaktan izleyen ve yeri geldiğinde hayatınıza müdahil olan bilge bir varlık gibi. Böyle olmasaydı, tüm konular, olaylar ve insanlar susunca konuşan tek şey vicdanınız olmazdı. Eğer ki vicdanınızla yüzleştiğinizde, duygularınızı süzebiliyorsanız nefsinizi galebe çalmış oluyorsunuz. Bu da size inanılmaz bir rahatlama getiriyor ve aslında artık umursamıyorum dediğiniz şeyleri "o görünmez elin takdiri"ne bırakıyorsunuz. Bu teslimiyetin altındaki de o güvendiğimiz adalet kavramı. Hayyam'ın bir lafı vardır, "Adalet, kainatın ruhudur" der. Aslında bu ruha teslim oluyorsunuz farkına varmadan. Önceleri kendinizle savaşıyorsunuz, vicdanınızı susturuyorsunuz, isyan denizlerinde boğuluyorsunuz. Sonra bir gün geliyor ki yaşadığınız onca kötülüğü unutup bu ruhu içinize çekmeye başlıyorsunuz ve bu ruhun yansımasını adil bir varlık olarak diğer varlıklara yansıtmaya çalışıyorsunuz. Ne büyük saadet...

Diyeceğim o ki, adalet, merhamet ve vicdan, bu hayatta yol arkadaşlarınız. Evet bu hayatta bazı konularda söz hakkına sahip değilsiniz  fakat bu saydıklarımdan kime ne kadar sunacağınız tamamen sizi bağlıyor. Unutmayın, bütün bunları karşınızdakine aksettirdiğiniz ölçüde insan olmanın ayrıcalığını tadıyorsunuz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder