Temelsizlik... İnsanın sıyrılmak istediği en iflah olmaz duygulardan bir tanesi bence. Hayatın değişik yerlerinden tutmaya çalışıp hayatın içine karışmak istiyorsunuz. Fakat içinizdeki ses bu konuda size katılmıyor. Ömrünüz boyunca istekleriniz ve içinizdeki ses arasındaki çatışmanın içinde kaybolup gidiyorsunuz. Öyle bir kayboluş ki gün geçtikçe aidiyet duygunuzu sizden çalıyor. Hiçbir yerde kendinizi güvende ve mutlu hissedemiyorsunuz. Tam hissetmek istiyorsunuz, biri gelip elinizden alıyor. Belki de suç bizdedir. Buna izin verdiğimiz için yani. Bilmiyorum. Ama bunun da bir sebebi var: Ördüğümüz duvarların arkasından olaylara bakmamız. Evet, biliyorsunuz ki "bir şey olacak talihiniz dönecek" ama adım attığınız zaman hep o duvarlara çarpıyorsunuz. Bu, bir evin içinde dışarı çıkmak için çırpınarak duvarlara çarpan kuşların haline benziyor. Dışarıdaki özgürlüğü görüyorsunuz ama sürekli bir engel... Ayağınız sürekli bir şeylere takılıyor. Sürekli ve sıkıcı bir başa dönüş. Bir süre sonra sanki bu hayat sizin değilmiş gibi bakıyorsunuz ve duygularınız buz tutan su damlalarına dönüşüyor. İşin kötüsü de buna alışmanız. Pençesine düştüğünüzde sizi gitgide yaralayan bir alışkanlık...
Bütün bu bahsettiğim nahoş sebeplerden ötürü içinizi birilerine göstermek imkansız bir şey oluyor. Ha oldu da eskaza anlattınız diyelim, değişik bir vicdan azabı kaplıyor içinizi çünkü kendi içinizde ördüğünüz duvar bir sınıra sahip ve kimsenin oraya girmemesi gerekiyor. Adeta bir yasaklı bölge... Verdiğiniz taviz sanki çekiç olup o duvarı kırıyor. Ama insanız tabii anlatmak istiyoruz bazen, bu ikilemi de şu şekilde ortadan kaldırabileceğimizi düşünüyorum: Başınıza gelen olayları anlatın fakat bu olayın size hissettirdiği -eğer bir şey hissettiyseniz tabii- sizin içinizde kalsın. Bu yöntem o kadar işe yarıyor ki başınıza gelen felaketleri anlatırken insanüstü bir soğukkanlılık seviyesine ulaşıyorsunuz, canınız yanmıyor. Ama her şeyin de bir bedeli var tabii. Canınız yanmadığı gibi artık sevinemiyorsunuz da. Attığınız kahkahalar içinde hiçbir duygu olmayan histerik seslere dönüşüyor. Sağladığınız kazanç ne kadar karlı varın siz düşünün.
Sonuç olarak, duvarlarımızı yıkmalıyız falan demeyeceğim. Hala en korunaklı yer orası bana göre. Ama bizi asıl yaralayan, "o duvarların arkasında ya Sabbah'ın bahçeleri varsa" düşüncesi. O yüzden, bu ihtimalin peşinde sürüklediği belirsizliğin, bir su sızıntısı olup da duvarlarımızı içten içe aşındırmasına izin vermesek iyi olur sanki.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder