17 Aralık 2019 Salı

Yıpranış

"[...] Hiç değişmemişsiniz Marcella."
"Ben sizin için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Yaşlanmışsınız."
"Yıprandım. İnanın bana, yaşlanan kişi artık yıpranmaz, korur kendini. Yıpranmak yaşlanmanın tersidir. [...]" 
                                          
                                                                        Marguerite Yourcenar-Düş Parası       

Defalarca okudum bu satırları. Her okuduğumda farklı açılardan düşündüm ama hepsinde de bu tanıma hak verdim. Yıpranmak... Evet. Bu zamana kadar üzerinde bu kadar etraflıca düşünmüş müydüm, emin değilim. Sadece çok yorgun hissettiğim zamanlarda 'yıprandım artık' cümlesini 'çünkü çok yoruldum'la tamamladığım bir yüklemden öte geçememişti bu kelime. En azından bu satırları okuyana, ve hatta üzerinde düşünmeye başlayana kadar.

Yıpranmak ve yaşlanmak arasında her zaman bir bağ olduğunu kabul etmişimdir. Hatta bugüne kadar bu düşüncenin gayet işlevsel olduğuna da kendimi ikna etmişim uzun zaman önce. Hatta o kadar uzun zaman olmuş ki, bu ikisinin sadece birbirine yakın iki şey olduğunu anlamam için yaklaşık yirmi sekiz sene falan geçmiş. Bu ikisi arasında asıl kaçırdığım nokta, ilkinin yaşanmışlıkla, ikincisinin de daha çok zamanla ölçüldüğü olmuş.

Yaşlanmak... Zamanın insanoğlu üstündeki tahakkümünün galibiyetini, aynaya her baktığımızda biraz daha anlamamızı sağlayan geçmiş günler ordusu. Elimizde, yüzümüzde, saçımızda her bir izini rahatlıkla görebileceğimiz kimisi için sancılı kimisi içinse dinlenmeye geçilen adeta bir stand-by dönemi. Henüz göremediğim için benim için nasıl bir şey olur bugünümden kestiremiyorum. Ama yıpranmışlık böyle bir şey değil, bundan artık eminim.

Yaşlanmış her insan bir miktar yıpranmıştır da, buraya kadar herhangi bir itirazım yok. Bir kere, yaşadığı gün sayısı fazla olduğundan, yaşlı insan hiçbir şey yapmamış olsa da fiziksel olarak yıpranmıştır. Ama yıpranmak için yaşlanmayı mı bekliyor insan? İşte buna cevabım tamamen hayır. Pek tabii yirmilerindeki bir insan da altmışlarındaki bir insan kadar yıpranmış olabilir. Bu halde yirmilerindeki kişiye yaşlı diyebilir miyiz? Çoğunluğun sesine uyacak olursak, hayır. Çünkü karşımızda gördüğümüz kırışıksız, saçlarının rengi değişmemiş elleri henüz buruşmamış "genç" beden bizi yanıltır, yani bu sefer aklımızın oyununa gözlerimiz yüzünden yeniliriz. Zaten çoğu zamanda böyle birinin ağzından çıkan yıpranmışlığı çok kişi de dikkate almaz. Peki bu göz ardı edişlerin sebebi ne olabilir? Benim bunun için iki tahminim var. Birincisi, bu "genç" insanın yıpranmışlıklarını tamir edebilmesi için gerekli olan enerjiye zaten sahip olduğu öngörüsü. İkincisiyse, başkasından duyulan yıpranmışlığın kendi köşe bucak kaçmak istediği yıpranmışlığını hatırlatması.Yani kendi yaşanmışlıklarından kaçmaya çalışması. Ama insan nereye giderse gitsin, geçmişinin nefesini her an ensesinde hissediyor ve bana kalırsa ikinci ihtimal her zaman daha ağır basıyor.

Yıpranmışlıkla yaşlanmışlık arasındaki bir diğer fark ise, ikincisinin fiziksel olarak ölçülebilir olması. Yaşın kaç? Altmış. Yıpranmışlığın kaç? Bakın bu sorunun bir cevabı yok. Siz hiç "valla kızım/oğlum altmış senelik yıprandım" diyenini duydunuz mu? Yıpranmışlığa "kaç" sorusu sorulmaz, neyle ölçülecek nihayetinde bu? O yüzden yaşlanmak kabullenmesi belki de zor bir gerçeklikken, yıpranmak gayet öznel, tanımı herkese göre değişebilen, miktarı kişiye özel olan bir yük anlamına geliyor bence.

Aslına bakarsanız, ne kadar göz ardı edersek edelim, yıpranmanın daha çok genç işi olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Taze şeyler yıpranır. Zaten bu yüzden de yazar, 'yaşlanan kişi artık yıpranmaz, korur kendini' diyor. Ama acaba kendini koruyabildiği için mi yıpranmıyor yoksa yıpranacak bir şeyi kalmadığı için mi? Bu başka bir günün sorunu, şimdilik.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder